26 Aralık 2010 Pazar

2010'a kuşbakışı



Yeni yıla 5kala, bu yılın anotomisini bir çıkarayım dedim... Neler yaşamışım, ne yapmışım bi bakasım geldi 2010'a...

İlk olarak yılbaşı kararlarıma bakıyorum... ve inatla aksi istikamette yürüdüğüm için kutluyorum kendimi :D
Resmen çabalamışım, tam tersini yapayım diye, büyük başarı... Ama bu sene de alınacak o kararlar, zaten uygulaması değil, o yenilenme hissi güzel :)

Malum yılın çoğu bomboştum...  Dersanenin başlamasına daha aylar var.... O zamana kadar ne yapsam da vakit geçirsem, telaşındayım...

Bıraksalar yine eve kapanıp kitap-yazı-inernet partileri vericem tek kişilik.... Ama bırakmadılar sevgili blog :D Kuzenle birlikte, Ocak ayında zayıflama aşkıyla dolup taşarak, aerobiğe gitmeye başladık.... Belediyenin düzenlediği bedava kurslardan... İlk önceleri çok eğlenceliydi... Arada göbek de atıyorduk... "Kurabiye yapan yan komşu" tadında teyzelerle kanka olduk... "Zeyna" dediğimiz, hareketlere başladı mı "dağılın ulen" havası estiren, vücudu çok iyi olan bir kız vardı bir de, gözü ondaydı herkesin.... Ha bir de hamile vardı, enemmm, ödümüz koptu çocuk terki diyar eyliyecek diye.... Hiç korkmadan bizle yarıştırıyordu kadın kendini....

Aradan birkaç ay geçtiiiii.... Bembeyaz saçlı teyzemize bile yetişemez olduk.... Biz de bu hezimete dayanamayarak bıraktık kursu..... Şaka şaka, sıkıldık çok.... Ama dönüşte yaptığımız yemek muhabbetleri çok iyiydi... Ben en çok simit ayran ikilisini hayal ediyordum.... Of, bak gene canım istedi....

ilk kez kış mevsiminde yüzdüm, Ocak ayında.... Tepede yıldızlar, ılık havuz ve buzzz gibi gece.... Bir başkaydı be...

Kuzenle kabin gezileri yaptık birkaç kez... Alamıyoruz ama denemekten de vazgeçmiyoruz hani.... Sevmem sanıyordum alışverişi ama, böyle kafana uyan kişilerle gidince, çok zevkli oluyormuş....

Elime ne zaman para geçse, kendimi kitaba verdim.... Bu yüzden de o güzelim kıyafetleri denemekle yetindim sadece....

Yazmaya çalıştığım bir roman vardı (öss sonrası devam edicem inşallah).... Onu kuzene okuttum ilk kez, beğendi.... Ama heyecanlandım o okurken.... Şimdi okuyorum, yavan geliyor, ama bu iyi bir şey tabi... Gelişmişim az buçuk :))

Kendi romanımdaki Cem karakterine abayı yaktım... Bunun çaresi var mıdır, psikolojide tanısı nedir bilen beri gelsin :D

Şubat'a gelelim.... Dostlarımdan birinin doğum günüydü... Ona şiir yazıldı... Sizinle de paylaşayım hatta :)

Zor şimdi
Bir omuz olmak ağlayana
Çığlığını duyunca
El vermek başkasına.

Zor şimdi
Topala ayak, köre göz
Dosta kardeş olmak;
Dipsiz bir gecede yıldız
Yıldızsız bir gecede masal olmak
Karanlıktan korkana.

Zor şimdi, çok zor
Senin gibisini bulmak.

Bunları bana yazdırtan dostlarıma burdan tekrar sevgülerrr gönderiyorum...  Farklı kandan kardeşlerimsiniz benim!

Şubat ayında, Niğde'de okuyan  Dadlum da geldi.... Onun sayesinde habire gezdim, hiç adetim olmamasına rağmen eve giresim gelmedi.... "Azıcık dışarı çık... Bilgisayarı bırak!" diyen bizimkilerin bu sözlerinin yerini "ne çok gezdiğime" dair söylenmeler aldı.... ve 2010 Şubat, tarihe altın harflerle kazındı... :D O gün bugündür, tarih "tekerrür ederim" iddiasında bulunmaktan kaçıyor sevgili okuyan :)

İzmir Fotoğraf kulübünün düzenlediği Birgi Gezisine gittik kuzenle.... Tahmin edebileceğiniz gibi, kuzenim ayarladı gene, bana kalsa evim evim güzel evim der sabahlarım gene bilgisayarımla..
Bir gittik, milletin elinde uzaydan gelme makineler, bendeyse nokya konektın pipıl.... Onların arasında komik görünsem de kendime göre güzel fotoğraflar çektim... Hemi de çok eğlendim! :))

Ödemiş'te Deve Güreşi izlemeye gittik.... Ezilme tahlikesi geçirdik ciddi ciddi... Dışkısını kuyruğuyla cümle aleme yayan zaarif develerden kaçar gibi uzaklaştık sonra....

Bazı kişilerin öyle bir havası vardı ki.....  "makine benden ötürü Canon, benim ellerim yüzünden Nikon bu... Kadraja giren her manzaranın yaratıcısı benim... çekil ayağımın altından sefil yaratık!" kıvamındaydı bakışları falan..... Güldük geçtik... ve çekildik yüce zeusun önünden...

Bir arada buluşma yerini adam gibi söylemedikleri için, kaybolduk.... Sora sora bulduk Allah'tan.... Zira başımızdaki adam bizi almadan gidebilecek tipte biriydi... hatta dönüşte bu görüşümüzü onayladı kendisi...

"eksik var mı?" diye sordu.. hemen sonra "neyse olan da otobüse biner gelir..." diye ekledi.... rahatlığa bakar mısınız? Adamı heç hazetmedim.... Yine de kuzenle biz eğlendik, çok güzel geçti gezi... :)

Mart gibi internete iyice takıldı.... forum, face... sonracığıma cizbakalım.com... Bu siteden çıkmaz oldum, bayağı bir sürdü o hevesim, çizdim-bildim eğlendim :)

Nisan oldu... Kitap fuarına gittik arkadaşlarla... piknik keyfi yaptık İzmir fuarının çimlerine oturup... Patates salatası, kısır, brownie... Çok eğlenceliydi....

Bir ara çiçekçilerden biri dadandı bize.... "evet, teyze evlenicez biz" dedim gül uzattığı arkadaşımı kastederek... bir dahaki sefere, kız arkadaşımı gösterip "biz sevgiliyiz" demeyi düşünüyorum... suratlarının halini merak ediyorum :D

Benim oyuncağıma, Kamikazeye bindik sonra... Yanımdaki kızın "ölmicez demi? Düşmicez demi?" diye haykırması hala kulağımda.... ama asıl hoşuma giden, binmeden önce hava yapıp laf atan ergenin, tepedeyken "annecim!" şeklindeki nidalarıydı..... nihahaha :D

bir banka oturduk, 10 yıl sonra nerede olacağımızı hayal etmeye başladık.... Ve 10 yıl sonra, yollarımız ayrılsa da ayrılmasa da buluşmaya karar verdik kuğulu havuzun orda... 23 Nisandı günlerden...

Yollarımız hiç ayrılmasın dedik... :)

Mayıs oldu.... Yazlığa gittik birkaç günlüğüne... Yazlık dediğime bakma, gecekondu misali, dökülüyor resmen... ama benim için önemli... kendimi bildim bileli var çünkü yazlık... Bir de benim roman orda geçiyo... Merdivenlerde oturup Cem'i bekledim... gelen olmadı :D

Bol içtik, keyif yaptık... Bir de içkili kafayla yazmayı çok seviyorum ben.... Bağsız, ipsiz, özgür bir şekilde değerlendiriyorum kendimi, günü, dünyayı... Öyle sorgulayıp yazıyorum, sonra okuması çok zevkli oluyor, şiddetle tavsiye ederim... :D

İlkokul arkadaşımı, soyaddaşımı, akrabamı askere yolladık Mayıs'ta... Çok garip bir histi.... Hüzünlendim... Büyüdük be...

Haziran gibi Canan Tan'ı okumaya başladım... Bir kitabın ilk sayfası açtım ve "tebrikler! Boğaziçi Psikolojiyi kazandınız." demesiyle, güldüm kendi kendime... Kız bir de İzmir'li benim gibi... Sonraki romana geçtiim... Ta-ta ta-tam!... Bir kız var, bir de erkek... kitabın üçüncü karakteriyse Bursa...
Haziran'da da bilidiğiniz üzere, Bursaspor şampiyon oldu... Ben Uludağı bıraktım, takım şampiyon oldu yaaa... :D Buna da algıda seçicilik de denmez artık değil mi? :D

Ve ve veeee Temmuz.... Paraşüt Kursuna gittim, Eskişehir'e.... Bu kısmı sana daha sonra anlatıcam, uzuun uzuuuun... :) Uçtum ve ayaklarım yere basmasın istedim, o kadarını söyleyeyim :)

Ağustos yazlık-anneannemin kampı-ev arasında geçti... Boys Over Flowers izlenmeye başlandı... Blogda bir adet izleyicim oldu... Tv'de paraşüt reklamları iki tane oldu... izle, izle gözlerim doldu... Temmuzdaki halimi, kendimi kıskandım :DD

Eylül'de.... Kuzen, tiyatro bölümü için sınavlara girdi.. Ben de gittim destek amaçlı... Değişik bir tecrübe oldu benim açımdan... Acayip tipler var, ağzını yayanlar, cinsiyetini hala kavrayamadıklarım... Tam tikiler...

Kuzenim elendi maalesef... Kızın biri  biyoloji okuyormuş, tiyatro istediği için ara vermiş...  5-6 hocayla çalışmış yıl boyu, hocalardan 3ü bedava vermiş kursu... "sen kesin kazanırsın, mezun ol, sonra beraber çalışalım." diyerek.... Ama o da elendi... Üzüldümm... Garip garip kişiler kazanınca da torpil mi dönüyor gene diye düşündük...

Gelelim 20 eylüle... Arkadaşlarla Karşıyaka'da toplandık... Vapurla dönerken, bir arkadaş, çalışanların olduğu kısımda gözden kayboldu.. Elinde kuru pasta vardı, onu ikram edicekmiş bize.... Sonra çağırdı hepimizi içeri... Girdik...
Bir baktım herkes, tanımadığım 3-4 adam da dahil "iyi ki doğdun!" diye bağırıyor bana bakarak..... Meğer erken bir doğum günü kutlaması hazırlamışlar benim için :D İyi ki yapmışlar, gerçek doğum günümde de kutlamak nasip olmadı :D
Denize bakarak yedik avucumuzda tuttuğumuz pastayı... Karşımızda İzmir, deniz ve yıldızlar.... Sonsuza kadar sürsün istedim :D En güzel doğum günüm müydü ne? :DD
Konak'ta da biraz oturduk, şarkılar söyledik... Ve hayatımda hiç gitmediğim kadar geç gittim eve... Neyse ki, affedildim, babam ses etmedi :D

Ekim... Gözlerimm... Benim güzel gören gözlerimmm :D mikrop kaptı ve tamamen geçmesi bir buçuk ayı aştı... Çıldıracak hale geldim ama :D

ve Kasım, dersaneyi ekmemeye çalıştım, uyku düzenimi sağlamaya çalıştım, çalışmaya çalıştım... Bir arpa boyu yol alamadım... Asosyalliğimi aşmaya, dışarıyı sevmeye çalıştım, bak onda bir arpa boyu yol aldım :D

Aralık... Babam geçenlerde bir dizide oynadı... ünlü oluyoruz anlayacağın... aileden birini ekranda görmek acayip bir şeymiş... enemmm, çok heyecanlandık :D güzel de yaptı rolünü :))

2010 dan aklımda kalan anılar böyle işte :)) Sevdim ben bu seneyi :) Darısı 2011'in başına :) Daha da güzelleri, senin başına blogseverrrr! :)

meriii kırismıs der giderim....

22 Aralık 2010 Çarşamba

"iyiyim de senene?"


Gıcık değil mi?
Bence gıcık... bir önceki yazı, azıcık gıcık...
"merhaba nasılsınız efenim?" başlığının altındaki harf öbeğinden bahsediyorum, sevgülü okuyan...
o yazıyı yazdım... son paragrafta da pollyanna tadında alaya aldım kendimi...  ama beni rahatsız eden bir şey vardı yine de... sanki, teoride olan bir bakış açısı gibi duruyor... tamam, insanlığı toptan severim de... sanki herkesi istisnasız sevebilirmişim gibi...

george bush adlı, kuklacı kukla, bir laf etmiş bir keresinde: "kendime özgü görüşlerim var. fakat bu görüşlerle her zaman aynı görüşte değilim." diye.. o misal benimki de....

bir de yazasım geliyor diyelim, kafam boşsa, öyle ekrana bakıp kalıyorum...  sonra kelimeler kıvrılıp bükülüyorlar, başka anlamları çağırıyorlar benden habersiz... ama ortaya çıkan sonuç, içime sinmiyor bazen...

bu yüzden "iyiyim de senene?" diye cevap veriyorum kendime.
bu yazı da kafamı dişleyen özzebanime ithaf ola!

sevgülü okuyan ve "bu ne diyo gene?" diye bakan kişi... durum şöyle:

herkesin ayrı yolu var ve o yolda yaşıyor hayatını, düşüyor, kalkıyor, öğreniyor... kolayca yargılama bu yüzden... ödülüyle, bedeliyle herkes yaşamaya çalışıyor çünkü... diyerek hareket ediyor elim kolum, beynim, beyinciğim, hipotalamusum...

millete jest olsun diye mi?

hayır tabi...

bedenim, beynim öyle davranıyor çünkü işlerine geliyor... çünkü rahatlar böyle... kafam rahat... hem insan dünyayı daha bir güzel görüyor o zaman... daha mutlu oluyor...

"herkesi sev" gibi duruyor sanki değil mi?

cık... değil... melek miyim canım ben?

arkamdan dolaplar çeviren kadını nasıl seveyim?

sevmeyi geç... şizomun yaptığı gibi kolay affediyor muyum peki?

bilmiyorum... insanları bana rahatlıkla zarar verebilecekleri mesafeye sokuyorum o kesin... bir darbe aldığımda ne yapıyorum peki? 

öfke duyuyorum önce, büyük öfke... ah bu öfkeyi, o kişiye yöneltebilsem.... yapmalıyım belki ama yapamıyorum...
sonra o insanı uzak tutmak istiyorum kalbimden...

nefret de etmemeye çalışıyorum... biliyorsun, nefret edince olan sana oluyor gene... sinirler laçka, öfke sürekli maksimumda falan... sen mutlu ol olabilirsen sonra....

bu konuda da kafam kurmuş gene kendine lüks bir ev... o evdeki ses, gıcık olduğum kişiyi gösterip şöyle diyor bana: "mutlu olmak için ne yolara başvuruyor bir bak... tatminkar bir insan görüyor musun karşında? bırak, o zaten kendisiyle yaşamak zorunda... "

haklı olduğu çok zaman var...

ama bazen bakıyorsun ve "o mutlu" diyorsun... kendinden de gayet memnun görünüyor...

işte o noktada da, bu hayattaki en büyük kaçış noktam, en rahat yatağım, en yumuşak döşeğim gösteriyor kendini... yeri geldiğinde de en rahatsız yastık, dikenden yorgan oluyor...

ilahi adalet... ;)

inanç meselesi tabi bu... içten gelir ya da gelmez...

ben böyle hissediyorum, bunu yaşıyorum... yarın başka hissederim, berikini yaşarım o ayrı...

şöyle bir baksan, bayat duruyor, sıradanlık akıyor böyle vıcık vıcık.. ama işe yarıyor be... 

klişe ama doğru :)

bir önceki yazıyla aynı tema, aynı konu... ama daha bir "ben" oldu bu, içime sindi... dışardan belli oluyor mu o ayrım bilmiyorum, yoksa aynı şeyleri farklı kelimelerle gene mi yazıyorum? :D
hadi iki yazı arasındaki 7 farkı bulun, söz, altın takıcam size ;)

Bir de işin başka boyutu var... Öfkemi dışarı vurmadığım zaman, kendime öfke duyuyorum...

Onun silinip gitmesi de az zaman alıyor...

Tepkini göstermen gerek aslında değil mi? 

Aman be amma düşünüyorum....

Öğrenicez zamanla... hem küçüğüz daha... bi yirmi yıl sonra neler dicem kim bilir... kim bilir kim olucam ben x)

Çakma sofi'niz bu mevzuyu kapar da yenilerini açılmaz mı?
Şimdi kendime soruyorum, bunu okuyanlardan cevap da bekliyorum.. 
çok ciddi bir konu bu luuutfen iyi düşünün..
gecegen diye bir açılmış. Sanırım önceden de varmış. Kameralı arkadaşlık sitesi bu. Google'dan orayı ararken, yanlışlıkla buraya uçan insanları görüyorum. Yan tarafta "nerelisin hemşerim?" başlıklı kısım var ya, onun altına tıklıyorum ve buraya uğrayanların, google'a ne yazıp da beni bulduğunu gösteriyor, çok sevdim. Biri "güzel kızlar" yazmış sevgili gıgıl bana yönlendirmiş adamcağızı. Ah biliyorum, farkındayım cazibemin ama... ayıp oluyor kardeş sitemize, reytinginden çalıyoruz...

bi hoşgeldin mesajı mı yazsak köşeye napsak... gecegenler arası iletişim baaabında. x))

gece saçmalamalarını burda kesiyorum... çok uzattım biliyorum..

456 yıl sonra gerçekleşen tam ay tutulmasının yaşandığı günden... dolunayın o gizlerini ortaya dökmüş halinin göründüğü, yılın en uzun gecesinden.... iyi geceler diliyorum buraya kadar okumuş ve sağ kalmış blogsever :)

yalnız şaka bir yana... gecegen.blogspot.com'dan farklı bir şey mi yapsam adresi... ev alma komşu al demişler ama... komşuda pişip bize de düşmesin?? :D:D

12 Aralık 2010 Pazar

Merhaba, nasılsınız efenim?

Selamlar!
Günlüğüme de hep böyle başlıyorum. Selam'la...

Ama küçükken en nefret ettiğim şeylerden biriydi bu hoşbeşler. Pek yakın olmadığım birine "meraba" derken çok sahte gelirdi sesim kulağıma. Yalan söylüyormuş gibi hissederdim kendimi, hiç umurumda olmayan birine "iyiyim siz nasılsınız?" diye sorarken. Hele bir de büyüklerin, gözlerinden ateş çıka çıka bahsettikleri kişiyi "oooo nasılsın amcoğlu" edasında karşılamaları yok mu, yerin dibine girerdim.

Şimdi ne kadar kolay selam veriyorum, falancanın hiç hazetmediğim oğluna. Sırf bizi huzursuz edebilmek için gizli numaradan arayıp sesimizi dinleyen insanın elini öpüyorum bayramları. "Canım" diye sarılabiliyorum ayrıldığımız an kuyumuzu kazanlara.

Küçükken haksız bir azar işittiğimde, ne bileyim bir yerde bir adaletsizliği fark ettiğimde beynimin içinde bir mahkeme kurulurdu. Tanrı seslenirdi köşesinden asıl suçluya. Gösterirdi yaptığı kötülükleri. Sonunda sanık, eğerdi boynunu ve anlardı hatasını.

En büyük ceza bu gibi geliyor bana.

Tene işleyen alevler yok ki cehennemde, o kadar kolay değil... "Ne yapmışım ben"ler var... Maşuk'un sillesini beklerken korkuyla, yanağının boş kalması, aşktan düşmek var... Nefretle yoğrulduğunu sanarken "sen sevgiden yaratıldın"ı anlamak var.

Gülümsüyorum bu yüzden "Siz nasılsınız?" derken. Gözlerime de ulaşıyor tebessümüm.  Ruhum bakıyor gözlerimden, içtenlikle.

hem kendine yapabileceğin en büyük iyilik de zaten bu değil mi?
*Bu yazı kendim içindi... Bazen bir öfke yer ediyor içimde, çoğu zaman nedensiz...Ve herkese karşı.... Şuan mesela düşünceyi coplayarak masumiyeti öldürenlere karşı, büyük büyük dedenin damarlarına bıraktığı kan yüzünden seni tanımadan nefret edenlere karşı, yaşadığım topraklarda birbirini kesen biçenlere, göremeyenlere karşı... Nefretten nefret ediyorum... Tefecinin kafasına baltayı saplarken aslında tüm insanlığı öldüren Raskolnikov gibi hissediyorum kendimi... Bazı dönemler oluyor böyle... ve bu halimden hiç hoşlanmıyorum... Kendim için yazdım bunu anlayacağın... sevgiden yaratıldık çünkü biz... hatırlamak için... unutursam tefeci de ben oluyorum çünkü, suç da ceza da...

Sen unutturmalarına izin verme...

Şimdi "Hayat Sevince Güzel" şarkısı eşliğinde, manavla, bakkalla falan el ele tutuşup dönüyor dönüyor dönüyoruz... Katilimiz uçurumdan düşmek üzereyken mutlaka elini tutuyoruz, bize tokat atana öbür yanağımızı göstermek suretiyle mutlu oluyoruz hatta o yorulmasın diye yumruğuna doğru son sürat koşuyoruz... Yaşlıları karşıdan karşıya geçiriyoruz falan...
Saranghae! ;)